
Mezopotamya’nın kalbinde yer alan, binlerce yıllık geçmişiyle “Güneydoğu’nun Paris’i” olarak anılan Diyarbakır; surları, köprüleri, mutfağı ve yöresel diliyle hem yerli hem yabancı ziyaretçilerin gözdesi olmaya devam ediyor.
Diyarbakır, adeta açık hava müzesi niteliğinde yapılarıyla öne çıkıyor:
Diyarbakır Surları: Roma dönemine uzanan tarihiyle dünyanın en uzun ikinci surları.
On Gözlü Köprü: 1065 yılında Dicle Nehri üzerinde inşa edilen, kentin simgelerinden.
Malabadi Köprüsü: 1147’de Artuklular tarafından yapılan, dünyanın en geniş kemerli taş köprüsü.
Ulu Camii: 1091 yılında Selçuklu hükümdarı Melikşah tarafından yaptırılan Anadolu’nun en eski camilerinden biri.
Hevsel Bahçeleri: 8 bin yıllık geçmişiyle Diyarbakır’ın bereket kaynağı.
Şehrin mutfağı, yöreye gelen ziyaretçilere unutulmaz tatlar sunuyor:
Ciğer Kebabı: Sabah kahvaltısında dahi tüketilen özel lezzet.
Kaburga Dolması: İç pilavla doldurulan kuzu kaburgası, bayram sofralarının vazgeçilmezi.
Meftune: Sumak ekşisiyle pişen patlıcan ve etin uyumu.
İçli Köfte: İnce bulgurdan yapılan, haşlanarak ya da kızartılarak sunulan lezzet.
Burma Kadayıf: Bol ceviz ve şerbetle hazırlanan Diyarbakır’ın tatlı tacı.
Diyarbakır kültürü, dil zenginliğiyle de dikkat çekiyor. En sık kullanılan kelimelerden bazıları:
Heval: Arkadaş, dost
Dayê: Anne
Lo: Sesleniş, vurgulama
Ceger: Yürek, gönül
Serê Serpe: Samimi şekilde
Halk arasında ise şu yöresel cümleler sıkça duyuluyor:“Heval, n’abe?” → Arkadaş, nasılsın/ne yapıyorsun?
“Dayê, tu çawa yî?” → Anne, nasılsın?
“Lo, başe!” → Tamam, olur.
“Serê serpe oturalım.” → İçten, dostça oturalım.
En çok kullanılan cümle ise “Heval, n’abe?”. Bu ifade, Diyarbakır’ın dostane yapısını en iyi yansıtan sözlerden biri olarak öne çıkıyor.
Diyarbakır’ın Kültürel ZenginliğiTarihi eserleriyle geçmişi bugüne taşıyan, mutfağıyla damaklarda unutulmaz izler bırakan ve diliyle samimiyetini hissettiren Diyarbakır, “Güneydoğu’nun Paris’i” unvanını fazlasıyla hak ediyor.